Anadolu Ajansına verdiğimiz ” Gökdelenler ve Cam kuleler iklimi nasıl etkiliyor ” konusundaki yazılı tam metin aşağıdadır.
GÖKDELENLER İKLİMİ NE KADAR ETKİLİYOR? ŞEHİR ISI ADA ETKİSİ
Aşırı şehirleşme nedeniyle iklim parametreleri birçok özelliğini kaybedebilmektedir. Doğal örtünün yerini alan binalar, asfalt yüzeyler, özellikle büyük metropollerde hızla artan cam giydirme binaların yansıtma özelliği ile şehirlerde ısı adaları oluşmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda yerleşim alanı ile hemen yanı başındaki yeşillik alanda ölçülen sıcaklıkların mevsimsel değişikler gösterse de 5 derecenin üzerine kadar çıktığı görülmektedir.
Bu durumu halkımızın anlayacağı şekilde örneklemek gerekirse; Hava sıcaklığı İstanbul-Maslak’ta 33 derece ve nem oranı %55 olsun hissedilen sıcaklık bu durumda 39 derece oluyor. Hemen yanı başında Belgrad Ormanlarında sıcaklık 30 derece ve nem oranı %55 olsun hissedilen sıcaklık 32 derece oluyor. Bu tarz hava sıcaklıklarında asfalt sıcaklığı 58 derece ve beton sıcaklığı 54 dereceye kadar çıkabiliyor aynı zaman diliminde. Ayrıca cam binaların gelen ışığı yansıtması sonucu civarında sıcaklığı 3 dereceye kadar artırdığını ve beton ve asfalt kaynaklı sıcaklık farkını da hesaba kattığımızda 33 derece olan sıcaklığı Maslak’ta bir vatandaşımız ortalama 42-45 derece aralığında hissederken, hemen yanı başında Belgrad Ormanında 32 derece hissediyor. Dolayısıyla ortaya 10 derecelik sıcaklık farkı çıkıyor. Aşağıda INSERM’in verilerine baktığımızda şehir ısı adalarının ölüm vakalarını ortalama %10’un üzerinde artırdığını görebiliriz.
Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Enstitüsü (INSERM)’e göre Avrupa’da 2003 yazında aşırı sıcaklara bağlı olarak 70 binden fazla kişi yaşamını yitirdi. 2003 yazında Lüksemburg’da kaydedilen ölümler de oransal ifadeyle yüzde 14.3 artarken, İspanya’da bu oran yüzde 13.7, Fransa’da yüzde 11.8, İtalya’da yüzde 11.6, Belçika’da yüzde 3.6 olarak hesaplandı. Mayıs 2015’te Hindistan’da sıcak hava nedeniyle ölenlerin sayısı 2 bine ulaştı, Temmuz 2015’te Fransa’da sıcak hava nedeniyle ölenlerin sayısı 700’e ulaştı gibi haberlerle sık sık karşılaşıyoruz. İklim ve hava koşulları göz önünde bulundurulmadan yapılan imar planları ve uygulamaları nedeniyle ilerleyen yıllarda bu tarz haberlerle daha sık karşılaşacağız ne yazık ki!
SANAYİ DEVRİMİ, KENTLEŞME VE KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ETKİLEŞİMİ
Kentler, 19. yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi ile birlikte hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Kentlerin hızlı bir şekilde büyümeleri motorlu araç kullanımının artmasına, çevresel kalitenin bozulmasına, nüfus yoğunluğuna, gürültüye, yaşam kalitesinin düşmesine ve sosyal ayrışmaya neden olmuştur. Sanayi devrimi ile kitlesel seri üretimin başlaması ve sanayileşen toplum için çok sayıda yapıya ihtiyaç duyulması ile yapı üretiminin hızlı ve gelip geçici biçimde olması yapıların sağlıksız, insan konforunu sağlamayan, doğa ve yakın çevre ile ilişkisinin az ve insanlar arası sosyal ilişkiyi azaltan biçimde olmasına neden olmuştur. Bu gelişmelere bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanması için de kaynak olarak doğanın görülmesi ve yenilenmesi mümkün olmayan fosil yakıtların sorumsuzca kullanılması çevresel sorunların kaynağını oluşturmuştur. Doğal kaynakların tükenişi, iklim değişikliklerine bağlı olarak gelişen doğal felaketler, hızlı ve kontrolsüz nüfus artışı, çarpık kentleşme, ülkeler arası kalkınma düzeyi farkları, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, yetersiz kaynaklar, göç, artan yoksulluk vb. gibi birbirine bağlı olarak gelişen süreçler, dünya üzerindeki tüm disiplinlerin ortak olarak yüzleşmek zorunda kaldıkları gerçeklerdir (Begeç, 2013).
Çevresel sorunların özellikle 20. yüzyılın son çeyreğindeki enerji krizi ile birlikte büyük boyutlara ulaşması sonrasında, günümüzde bilinçlenme dönemi başlamış 70’li yıllarda “çevresel tasarım”, 80’li yıllarda “yeşil tasarım”, 90’lı yıllardan sonrada “ekolojik tasarım” ya da “sürdürülebilirlik” kavramı ve sürdürülebilirlik uygulamaları çözüm olarak ortaya çıkmıştır (Güleryüz ve Dostoğlu, 2012).
YÜKSEK BİNALAR ve CAM GİYDİRME
Cam giydirme gökdelenler 20. Yüzyıl mimarisinin en belirgin özelliklerinden biridir. Gökdelenlerde cam seçilmesinin başlıca nedeni; dekoratif oluşu ve manzara sağlaması olarak sayılabilir. Yeni nesil camlar uçsuz bucaksız sanki arkasında siz yokmuşçasına bir görüntü sağlarken, dışarıdan sizin görülmemenizde bir avantaj. Ancak camlar gelen güneş ışığının bir kısmını içeri girmesine neden olurken, bir kısmı da yansıtarak çevrenize mercek etkisi yapmaktadır.
1970’li yıllardan itibaren WMO (World Meteorological Organization) teknik yayınlarında yüzeyleri cam kaplı yüksek yapılar detayları ile irdelenmiş ve o yıllardaki teknolojik gelişim içindeki “cam“ malzemesinin sahip olduğu seviye de dikkate alınarak bir çok iklim tipi için binaların cam ile kaplanmasının uygun olmadığına karar verilmiştir.
Günümüzde “cam” malzemesine birçok yetenek kazandırıldığı ayrı bir gerçektir. Bununla birlikte bu malzemenin bugünkü teknoloji düzeyinde bile kullanımı bazı iklim tipleri için uygun olmayabilir.
Hangi tip malzeme kullanılırsa kullanılsın binalarda ısı alış verişi üç yolla gerçekleşir
1- Duvarlardan içeri-dışarı doğru akış (Conductive): Isı değişimi binaların dışında kullanılan materyalin geçirgenliği ile yakından ilgilidir ve bina içi sıcaklığı ile bina dışı sıcaklığı arasındaki farka bağlı olarak tanımlanır.
2- Isınma ile havanın yükselmesi, soğuma ile çökmesi (Convective): Isı akışı ise duvarlarda kullanılan gözenekli malzemelerden, pencerelerdeki ve kapılardaki çatlak ve yarıklardan meydana gelen ısı iletiminden ibarettir. Bina tasarımından, rüzgar hızından bina içerisinde ve bina dışındaki hava sıcaklığına bağlı olarak değişim gösterir.
3- Radiant: Isı akışı ise genel olarak binaların pencerelerine gelen kısa dalga güneş radyasyonu ile tanımlanır ve pencerelerin konumuna ve ölçüsüne bağlı olarak değişim gösterir.
Normal koşullarda ısı alış verişi şi hesaplamalarında Radiant ısı ihmal edilir. Conductive ve Convective değerler göz önüne alınır. Yüzeyi cam kaplı binalarda ise hesaplama çok daha karmaşıklık kazanır.
2014 yılında Newyork Yeşil Konseyi (Urban Green Council in New York) yayınladıkları bir raporda; cam kaplı binaların orta çağ yarı ahşap evlere eşdeğer yalıtım değerlerine sahip olduğunu ortaya koydu. Bu durum cam kaplı binaların ısınma ve soğutma konusunda çok da iyi bir tercih olmadığı anlamına gelmektedir. Aynı şekilde ABD de yapılan bir araştırma; tüm yüzeylerin cam kaplı olmasının bina içi aydınlık arayışında çarpıcı bir farklılığın sağlanamadığını ortaya koymuştur. Kısaca Cam kaplı binalar iklim değişikliği ile mücadeleyi zora sokmaktadır.
Cam kaplama sadece ülkemizde değil dünyanın hemen hemen her ülkesinde kentsel bina peyzajının prestij materyali olmuştur. Sahip olduğumuz bugünkü teknoloji düzeyinde bile cam kaplı binaların ısınma ve soğutma giderleri yüksektir. Ülkemizde bizim bildiğimiz kadarı ile bu konuda yeterli bir araştırma yoktur ama geçtiğimiz yıllarda ABD de Boston kentinde yapılan bir araştırma; cam kaplı kulelerin 1930’lu yıllarda yapılan binalardan bile çok daha kötü yalıtım değerlerine sahip olduğunu, ısınma-soğutma ve aydınlatma konusunda çok daha yüksek paralar harcanmasının zorunlu olduğunu ortaya koymuştur.
Şehirleşme estetiği olarak cam malzemenin daha erişilebilir olduğu, cam kulelerin hem gece, hem gündüz ayrı bir görsel şıklık oluşturduğu inkâr edilemez. Bununla birlikte aşırı olarak kullanılan her şey gibi cam malzemenin de aşırı kullanımı özellikle iklim değişikliği ile ilgili mücadele konusunda sıkıntı yaratmaktadır.
Sürdürülebilirlik açısından en gerekli olan şey enerji ihtiyacıdır. Enerji üretirken kullanılan kaynakların sınırlı olması, üretimde kullanılan kömürün, doğalgazın çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratması enerjiye olan talebin efektif olmasını zorunlu kılar. Daha fazla enerji kullanımı kaynakların daha hızlı tüketilmesi demektir. Bu nedenle cam kulelerin ısıtma ve soğutma da daha fazla enerji tüketmesi enerjinin efektif kullanımına uygun değildir. İklim değişikliğini sürekli tetikler.
Cam giydirme gökdelenler; şehir içinde rüzgarların aerodinamik akışını bozmaları, yüzeyde ve yüzeye yakın alanlarda türbülans oluşturması, plansız yerleşimlerinden dolayı rüzgar tünelleri oluşturmaları,şehir içi hava kirliliği oluşturmaları, gelen güneş ışınlarını yansıtarak şehir içi sıcaklık dağılımlarını etkilemesi de ayrı ayrı göz önüne alınması ve değerlendirilmesi gereken sorunlardır.
Gökdelenlerde Cam türü seçiminde;
• Yapının bulunduğu bölgenin iklimi
• Yapının konumu-güneşlenme durumu
• Yapının kullanım amacı ve buna göre gereken görsel, ısısal ve akustik koşullar önemlidir.
Yapılan binanın amacı göz önüne alınarak ve iklim bölgesi düşünülerek güneş denetimi amaçlı mı yoksa ısı korunumu amaçlı mı cam üniteleri seçileceğine karar verilmelidir. Her iki özellik birden isteniyorsa bütünleşik cam sistemleri kullanılmalıdır.
Gökdelenlerin cephesi, şeffaf cam malzeme kullanılarak yapıldığında, aşırı ısı, ışık ve parlama sorunları ile karşılaşmakta ve bu sorunları önlemek için ek gölgelendirme tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Gökdelenler cam kutular olarak değil, opak(dolu) cepheler olarak tasarlanmalıdır. Bu ayrıca binanın dış sıcaklık ve iklim değişikliklerinden daha fazla izole edilmesini sağlamaktadır.Yerin özellikleriyle ilişkili, fiziksel, çevresel ve kültürel bağları olan gökdelenler tasarlanmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için de şehir, iklim ve insanlarla olan bağını maksimize eden gökdelenlere ihtiyacımız olacaktır. Kentlerimizin geleceği buna bağlıdır.
Bu yazıyı hazırlarken onlarca makalesini okuduğum, yüz yüze sohbet etme şansı bulduğum ve kendisini arayarak bize aktardığı bilgi ve birikiminden istifade ettiğim Y.Mimar Çelik EREN GEZGİN’i anmadan geçmek istemiyorum.
YÜKSEK BİNALAR ve RÜZGAR
Doğada olmayan bir yükselti yaptığınızda (gökdelen gibi), rüzgârın gücünü ve doğal esinti yönünü etkilersiniz.Rüzgargökdelenin gövdesine çarptığında, bina yüksekliğinin 50 katına kadar uzayabilen mesafede rüzgarsız alan oluştuğu ve bina yüzeyi boyunca düşey hareket eğilimi gösteren rüzgarın, gökdelenin dibindeki insanları rahatsız edecek kuvvette türbülanslar ve ses oluşturmaktadır.Meteoroloji Mühendisleri olarak yıllardır gündeme getirmeye çalıştığımız ne yazık ki, bir türlü sesimizi duyuramadığımız “Şehir Meteorolojisi” denilen bilim dalı, yerleşik alanlarda bu gibi etkileşimleri inceler. Bizler bunu incelemek ve gelecek nesillere sürdürülebilir, yaşanabilir kentler bırakacak neferlerden biri olmak istiyoruz.
Gökdelenler, rüzgar için mükemmel bir kapan görevi görür. Yere yakın rüzgarlara göre çok daha kuvvetli olan üst seviye rüzgarlarının önünü keserek aşağıya doğru yönlendirir ve bina yüzeyi yakınında arzu edilmeyen farklı bir sirkülasyona neden olur. Bu yeni oluşan rüzgarlar nedeniyle sakat kalan veya hayatını kaybeden insan sayısı tahmin bile edemeyeceğimiz kadar fazladır.
Yüksek blokların ve iki katlı villaların, hangi aklın ürünü olduğunu bilmediğim şekilde yan yana, dip dibe yerleştirilmelerinin sosyolojik sakıncalarını tahmin edersiniz mutlaka. Balkonundan bakarken; “ah ben de o evde oturabilseydim !” diyen 18.kat sakinine karşılık. “Kim bunlar beni tepeden izleyip duruyorlar, gözaltındayım sanki!diyen müstakil ev sahibinin psikolojisini de tahmin edebilirsiniz.
Bu sosyal sorunları beşe katlayan meteorolojik sıkıntıları özetleyelim isterseniz. Yüksek yapılar yüzünden güneşin engellenmesi, küçük binaların daha çok aleyhine olmakla birlikte o koca binaların hiç bir güneşlenme hesabı yapılmadan mimarın keyfine göre dizilmeleri, kendi gölgeleri yüzünden yüksek bloklarda da güneş görmez daireler oluşmaktadır. Site dışındaki esintiyi o iki katlı eve ulaştırmayan ya da tam tersi, o koca engel yüzünden oluşantürbülans içinde kalan villanın aşırı rüzgardan ya da nerede ise yatay yağan yağmurdan çektikleri ise cabası!
Yüksek binaların önlerini kapatması yüzünden, şehirlerin akciğerleri olarak adlandırılan hava koridorlarında sirkülasyonun bozulduğu, rüzgar yapılarının meydana geldiğini örnekler üzerinden görebilmek mümkündür. İstanbul’daki birçok site bu tip oluşumlara örnektir. Yanız İstanbul’da mı? Denize paralel sıra dağlar gibi apartmanlarla Allah vergisi meltemini kesen Antalya, İzmir ve daha birçok il ve ilçemiz imar planlarında buna neden dikkat etmez. Gökdelenler mahallesinin, tüm kentin rüzgar rejimini bile etkileyebileceği artık kabul edilmiştir. Isıtan ve serinleten, hava kirliliğini engelleyen, bize oksijen taşıyan doğal esintilerin; yüksek yapılar engeline çarpacağını ve kent içi hava akımlarının yönünü etkileyeceğini artık biz uzmanlar çok iyi bilmekteyiz. Lakin yanlış bir kentleşme politikasının yarattığı yapay çevrede yaşamaya ikna edilen insanlar henüz bunları bilmemektedir.
Şehir Isı Adası Nedir ve Şehre Etkileri nelerdir?
Isı adası etkisi, kentlerin yapısal yoğunluklarının artması sonucu gözlemlenen olumsuz bir mikroklimatik şarttır. Kentlerin kontrolsüz gelişimine bağlı olarak artan sera gazı salınımları, yoğunluğun aşırı artması ve çevreye olan tahribatı, sağlıksız hayat şartlarını oluşturmaktadır. Orman ve yeşil alanların yok olması ve yerini hızlı betonlaşmanın alması Şehir Isı Adası etkisini artırmaktadır. Kentler iklim değişimine, iklim değişimi de kentlere etki etmektedir. Bu kısır döngü içerisinde insan, sağlıksız yaşam koşulları ile sürekli baskı altında kalmaktadır. Hızlı tüketim ve kentleşmenin artışıyla birlikte değişime uğrayan kent iklimi, küresel iklim değişiminin de etkileriyle birlikte insanın konfor şartlarının dışına çıkan iklimsel davranışlar sergilemektedir ve ölümle sonuçlanabilen neticeler meydana gelebilmektedir. Kent merkezlerinde tahribata uğramış olan bitki örtüsü dokusu, geçirimsiz yüzeyler ve koyu renk yüzeylerin artışı, ısı emilimini arttırarak, bu ısınmayı daha arttırıcı etkiye neden olmaktadır.
ŞEHİR ISI ADASI etkisini azaltmak için yapılacak çalışmalardan bazıları şunlardır.
– Şehir içlerinde büyük yeşil alanlar yaparak küçük ölçekli şehir meltemleri oluşturulabilir. Böylece hem sıcaklığın düşmesi sağlanabilir hem de kirliliğin etkisi azaltılabilir.
– Yeni planlanan yerleşim alanlarında cadde genişlikleri ve çevresindeki kat sayıları gök görüş oranı dikkate alınarak hesaplanmalıdır. Çünkü küçük değerli gök görüş oranına sahip şehir kanyonları rüzgar hızını düşürerek sıcaklık ve kirlilik dağılımını etkilemektedir.
– Bunun yanında bina çatılarının uygun olanlarına çatı bahçelerinin yapılması, uygun olmayanlarının ise açık renkli veya refleksiyon özelliğine sahip malzemelerle kaplanması ŞEHİR ISI ADASI genliğini düşürmektedir. Böylece gün boyu binaların radyasyon emmesi ve bunu güneş battıktan sonra atmosfere vermeleri engellenmiş olur. Bu da ŞEHİR ISI ADASI genliğinin düşmesine neden olur. Örneğin Tokyo’da bina çatılarında bahçe yapılmasının sıcaklığın 0.8 °C azalmasını sağlayacağı, bunun da her gün 1.6 milyon dolarlık elektrik enerjisi tasarrufuna eşit olduğu hesaplanmıştır (Hien 2002).
-Özellikle sahil kesimlerinde cadde ve sokakların denize ve sahil bandına dik olmasına dikkat edilmelidir. Bu durumda kara ve deniz meltemlerine açık olan alanlar oluşturulacaktır.
GÜVENLİK ENDİŞESİ
Gökdelenler ve yüksek katlı sitelerde yaşam sanıldığı gibi özgürlük arayışından çok, kabuğuna çekilip korunmak anlamındadır. Tek bir kapıdan girilen yüksek binalar da bu kabuk imajını fena halde desteklemektedir. Bilen ve bilmeyenler için, uç noktada fakat gittikçe yaygınlaşan birçok katlı örneğin matematiğine göz atalım birlikte. Bir katta sekiz daireden 30 kat; 240 adet daire eder. Bir aileyi ortalama 5 kişi kabul etsek, buyurun size 1200 kişilik dikine bir mahalle ya da köy. 1000 kişinin altında hiç değil. Çok sevimli değil mi? Bence artık her bloğa bir yönetici değil bir muhtar atamak gerekir. Siz ne dersiniz?
Zannediliyor ki, üç beş gökdelenin birbirleri ile nerede ise göz göze gelebilecek mesafelerde inşası, beraberinde emniyet, huzur ve güvenlik getirecek. Hâlbuki aynı statü ve kültür seviyesinde oldukları zannedilen ve orada oturmayı tercih edenlerle kolayca komşuluk ilişkisi kurulabilecek. Yüzme havuzu, jimnastik salonu buluşmalarının tüm sosyal beklentileri tatmin edeceği zannedilecek. Alt kattaki komşu ile bile tanışamadan bu dünyadan gidilebileceği hiç akla gelmeyecek ne yazık ki.
Neden sonra fark edilecektir ki bu çarpık, dikine komün yaşamı aslında sosyal ilişkileri beslememekte, tersine aileleri ve kişileri, çevre ile bir türlü aidiyet ilişkisi kuramadıkları yepyeni bir sosyal yalnızlığa itmektedir.
ÇÖZÜM NEDİR?
Çoğunlukla tek ve iki katlı olmak üzere ve bir fazlasında asansör zorunluluğunun başladığı yani en fazla dört katlı bir yerleşke, elbette insani ve sosyal gereksinimlere çok daha kolaylıkla hizmet verebilecektir. Ülkemizde kat ortalaması konutlarda altı katı aşmıyor. Geçiş döneminde, hemen vazgeçilemeyecek kentsel yoğunluklar ve TOKİ benzeri yaygın uygulamaların kötü alışkanlıkları dengeye kavuşana kadar, en çok sekiz katlı ama olabildiğince doğayı kendi kotuna taşıyabilmiş örneklerin ara çözüm olduğunu düşünüyorum.
Elbette tüm yapıların ama özellikle sekiz katlı olanların, ne birbirlerine ne de diğer yapılara gölge düşürmeyecek şekilde konuşlanmaları şart.Halihazırdaki yüksek blok yerleşkelerinin nerede ise tümünde en çok ihmal edilen iklimsel faktör başta olmak üzere gölge hesabıdır. Atalarımızın dediği gibi güneş girmeyen eve doktor girmemesi için bu şart.
Yön duygusuna sahip bir kentsel planlama ile yola çıkması gereken yatay ağırlıklı yerleşim; elbette kendisini güney-kuzey ilişkisine odaklamalı, doğu ve batı yönünün avantajlarını kullanmasını bilmelidir. Birbirine zıt iklimsel özelliklere sahip, örneğin; kuzey ve güney dairesi saçmalığına son verilmelidir. Bu yeni planlama, yani az katlı yatay gelişim; kimliksiz kulenizin cephe fotoğrafında kırmızı bir dairenin içine almadan tarif edemediğiniz evinizi, tanımlanabilir ölçeğe ve özdeşleşebileceğiniz insani bir yaşam ortamına taşır.
Sitelerin tercih nedenlerinden biride “güvenlik!”. Allah korusun bir panik halinde, 30 katlı bir yapıdaki bini aşkın insanın mı, yoksa bahçeli ve az katlı düzende yaşayan aynı sayıda insanın mı hayatta kalma şansı vardır sizce? Bu sorunun cevabı için şu haber yeterli sanırım. İngiltere’nin Başkenti Londra’da 15 Haziran 2017 tarihinde 24 katlı binada çıkan yangında 100’e yakın insan yaşamını yitirdi, günlerce söndürülemeyen yangın sonucu bina tamamen çöktü.
“Enerji ve ekoloji” ayrılmaz bir bütündür. Kentsel planlama, mimari proje ve yapım sürecinde mimar, mühendis ve çalışanların gelecek nesillere sürdürülebilir ve yaşanabilir kentlerbırakabilmemiz için bunları her daim göz önünde bulundurması ve mesleklerarası disiplin içerisinde çalışılması gerekmektedir.
Çünkü;başka Türkiye yok! Hatta başka dünya yok!
Tıbbi adı “gökdelen sendromu” olan; kapalı yerde kalma korkusu, nefes darlığı, migren, tansiyon yükselmesi, psikolojik bozukluklar, yalnızlık korkusu gibi belirtilerle başlayarak intihar eğilimine kadar gidebilen süreci tetikleyen, hayatı çekilmez hale getiren yepyeni bir hastalığın da nedenidir baştan beri sözünü ettiğimiz göğü delme iddiasındaki yapılar. Yani bizdeki yanlış inşa sisteminin taşıdığı risklerin yanında, çok katlı olmanın bizzat kendisi de sağlığımızı tehdit etmektedir.
Sürdürebilir, yaşanabilir kentlerde gelecek nesillerimizin de yaşayabilmesi için İmar Planlarında “Meteoroloji Mühendisleri” mutlaka yer almalıdır.
Ahmet Köse
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası
2. Başkanı
0532 562 4410
ahmetkose34@gmail.com
Son Yorumlar